31.10.2011

Şarkı Molası -1

laa
 lala la
lala la laa!
Son zamanlarda kitaplar ve sınavlarla pek bi haşır neşir olduğum için yazı yazmaya vakit bulamıyorum. Madem yazı yazamıyorum eski bloğumda başlattığım Şarkı Molası geleneğini burda da devam ettireyim en azından dinlediğim şarkıları paylaşayım istedim;)

Issız bir adaya düşsem yanıma ilk alacağım şey mp3'ümdür heralde, şarkı dinlemeyi o kadar çok seviyorum. Hele de son zamanlarda piyasaya sürülen şarkılar o kadar güzel ki dinlememek elde değil. Sevdiğin bir şarkıyı eskitene kadar başa sarıp tekrar tekrar dinlemek gibisi yok...

******
**
*
Baek Ji Young - It Hurts Here (A Thousand Days' Promise OST)



Tek kelimeyle bu kadına hayranım! Baek Ji Young Allah vergisi bir sese sahip, özelliklede duygusal şarkıları muhteşem yorumluyor. Hele de söz konusu OST'ler olunca kadın daha da devleşiyor gözümde. Size kısada Secret Garden- That Woman deyim de anlayın beni^^ Bu şarkıyı o kadar çok dinledim ki ama hala eskitemedim, insanı saran acaip bir hüzün var... Bu kadının söylediği bütün şarkıları seviyorum yaa, ailecek takipteyiz efenim:))

******
Tablo ft.TaeYang - Tomorrow


Uzun zamandır beklenen bir şarkıydı Tomorrow... Ben ki internet aleminin bütün baskılarına rağmen BigBang grubunun şarkılarını pek dinlemem. Salakça bir durum ama bana bir şeyi çok överseniz aksine dinleyesim yada izleyesim gelmez, cidden:D Bu yüzden pek çok harika filmi izleyemiyorum ya:( Neyse işte herşeye rağmen ilk defa Lee çingumun ne demek istediğini anlamış bulunmaktayım. TaeYang ve Tablo'nun seslerine tek kelimeyle ba-yıl-dım!!! İnanılmaz güzel bir şarkı ya. Koreliler şarkılarında rap'ı çok kullanırlar ama her şarkıyada uymuyor be güzel kardeşim. İşte Tomorrow istisnalardan biri oldu çıktı;) Şu an bile bu şarkıyı dinliyorum. Herşey cuk diye oturmuş, her bir detayı çok sevdim... Olmuş olmuş Tae Yang ben bile beğendim ahaha:)))

******
FT.Island -  Heartache

Benim vazgeçilmez grubum F.T Island... Grubun yeni albümü Memory ile yine gönlümü fethetmeye devam ediyor. Albüm hakkında daha detaylı bilgi için sizi Masalevi'ne alalım ... Hong Gi'nin sesini zaten seviyordum ama şarkıya Jae Jin'inde dahil olmasına çok sevindim. Hong Gi'nin uçarı ve dokunaklı sesi ile Jae Jin'in yumuşak sesi güzel uyum sağlamışlar. Hoş dinlendirici bir şarkı...

******
Cyndi Wang- Sticky (Love Keeps Going OST)


Kore dizilerinden sıkılıp Tayvan semalarına uzandığım zamandan kalmaz bu şarkı da. Love Keeps Going isimli dizinin OST'si, söyleyen kadın ise dizinin başrol oyuncusu. Normalde Tayvan kızlarını pek sevmem hatta bildiğin gıcık olurum ama bu kadını sevdim helede şarkıyı onun seslendirdiğini öğrenince daha bi sevdim;)
Oh ai ya yi aiii...

******
Khuntoria - 널 사랑해 Feat. St. edzi


Sadece tesadüfen dinlediğim bir şarkı söyleyen kim, neler oluyor inanaın bilmiyorum. Hiç de araştırasım yok (bilen sevabına aydınlatsın bizi:)) ama anladığım kadarıyla bir eğlence programı var ortada. Bizdeki evcilik oyunu gibi bişi, bunlarda ordaki çiftten biri işte. Kısaca şarkıyı pek bi sevdim, paylaştım, rahatladım bitti...fuuu:))

******
KyuHyun -Way Of Breaking Up (Poseidon OST)


 Kyu Hyun'u sevdiğimi bilmeyen var mı hala? Bu çocuğun sesini çok seviyorum ya, ne kadar dinlersem dinleyeyim bıkmıyorum. Bu şarkı da Poseidon adlı yeni başlayan dizinin OST'si, diziye hiç bakmadım daha, bakmayıda düşünmüyorum gerçi ama şarkıya bayıldım. Dinlendirici bir melodi... Eee içinde Kyu olurda güzel olmaz mı^^

*
**
******
Şimdilik aklıma gelenler bunlar bi dahaki yazımda kaldığım yerden devam ederim;) Umarım sizde benim kadar sevmişsinizindir şarkıları. Artıgın ben kaçar başka bir şarkı cümbüşünde görüşmek üzere sağlıcakla kalın...

Bu kafaylada ne güzel ders çalışılır ama... 
Ahahah
^^

29.10.2011

Yetenek Avcısı - Part 3

Herkese selam...

Çoğu zaman imrenerek baktığım, bazen akılsır erdiremediğim, genellikle de manyak bunlar ya dediğim yetenekleri paylaşmaya kaldığımız yerden devam edelim.
(Bu konu hakkında daha önceki yazılara Yetenek Avcısı 1 - 2 den bakabilirsiniz...)

Bugünkü yetenek konumuz bir insanın sabrı!
Bir insan üstünde uğraştığı herhangi bir çalışmayı bitirmek için ne kadar sabırlı olabilir ki?
Bir hafta, üç ay, iki yıl, on sene... 
 
İşte bu nokta da Scott Weaver isimli abimizi ayakta alkışlamamız gerekiyor. Bu abimiz yememiş içmemiş tam tamına 35 yıl (dilekolay ya) boyunca 100.000 tane kürdan kullanarak San Francisco şehrinin modelini yapmış. Üç metre yüksekliğindeki bu model fuarlarda hala sergileniyormuş.
Bir insan evladının gençlik yıllarından başlayarak saçları ağarıncaya kadar yani 35 yıl boyunca, 100000 kürdanla ne yapmış olabilir bu kadar uğraştıracak diyorsanız resmin tamamını vereyim hemen.


Şehrin modeli bir insan boyundan hayli uzun yapılmış ve inanılmaz derece de ayrıntıya yer verilmiş. Pencerelerden basamaklara kadar herşey nakış gibi işlenmiş. Peygamber sabrı dedikleri bu olsa gerek O_o Şimdi gelelim benim kafama takılanlara; abimizi (abimiz deyip duruyom elin adamına yaa, öf adını yazmaya eriniyom çaktırmayın:P) gerçekten taktir ettim, resmen küçük bir çöple şahaser oluşturmuş velakin bir süre sonra insan durup düşünüyor kardeşim yani bir ömrü bu yola harcıyorsun. Acaba değdi mi? Weaver abiyle (artık amca olmuştur) bu konuda yüzyüze konuşmak isterdim doğrusu. Ha eğer değiyorsa söylesinde bende mektep köşelerinde boş yere dirsek çürütmeyeyim, diplomalı işsiz olucama hobileri sayesinde para kazanan bir kaçık olmak daha akıllıca gibi. Ne dersiniz:))

Şakayı bir kenara bırakıp bu devasa şehir modelini ilk gördüğümde aklıma takılan soruyu söyleyeyim şimdide. Mesela kendimi ele alayım normal şartlarda sabırlı bir insanımdır ama bu kadarda değil yani, otuz beş yıl ya sabır taşı olsam çatlarım heralde:) Gerçi ben böyle bir model yapmaya kalksam daha şehrin temelini bile bitiremeden o bilmem kaç bin kürdan bitiverirdi. Çünkü benim eline bir kürdan geçtimi mümkünatı yok kıracam onu, yoksa içim rahat etmez. Yani şu yukarıdaki resme bakınca bile bilgisayarın içine girip şöyle bir elimi daldırasım var şehrin içine. Ahahhah adamın 35 yıllık emeğini 3-5 saniyede tuzla buz ettiğimi düşünsenize, adamın gözü önünde çıt çıt kırarmışım. Yüz ifadelerini tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek:))) Bu modelin ülkemize getirilip sergilenme olasılığı yok ama yinede tutki oldu diyelim beni modelin yüz metre yanına dahi yaklaştırmamaları önemle rica olunur, benden söylemesi:D Neyse zati adam benim gibi psikopatlara karşı önlem almıştır sonuçta bir daha ömrü hayatında böyle bir model yapması imkansız. Ne eski sabır kalmıştır adam da, ne konsantrasyon, ne de otuz beş yıllık bir ömrü daha...


Gece gece saçmalamaya başladığıma göre uykum gelmiş demektir. Yavaştan ben kaçar...

Başka bir yazıda görüşmek üzere;)

21.10.2011

Strobe Edge - Minyatür bir kızdan aşk masalları;)

~~ストロボ・エッジ~~


Anime kadar olmasa da arada sırada manga okumayı çok severim. İçlerinde ayıla bayıla okuduğum bir çok manga var ama ilk kez bir manga serisini bloğumda tanıtmak istedim. İşte son gözdem Strobe Edge (ストロボ・エッジ) Strobe Edge romantik komedi tarzında, 10 cilt 36 bölümden oluşan şeker mi şeker bir manga. Benim gibi mangakaları takip ederek seçenler için bu serinin mangakası (seriyi yazıp çizen şahsiyet) ise Sakisaka Io. Yazımın başlığı da amma fiyakalı oldu he:D Manga boyunca esas kızımıza minyatür dedikleri için bu geldi aklıma yani başlık bulamadığımdan değil yalnış anlaşılmasın ahhaha^^

Bu seri uzun zamandır gözüme takılıp duryordu ama bir türlü başlamak içimden gelmiyordu açıkçası. Ama beni bu mangaya iten en önemli etken karakter çizimleriydi. Diğer mangalardan daha farklı bir şekilde çizilmiş bu yüzden daha gerçekçi daha bir sasmimi geldi nedense. Zati karakalen çizmeyi seven bir olaraktan benim için bulunmaz bir hazine oldu resmen. Dizi yada filmler de senaristleri pek takip etmem ama mangakaları göz hapsine almaz boynumun borcu oldu, hatta öyle gaza geldim ki sınavlardan sonra tekrar çizmeye başlaya bilirim;) Bütün bunların haricin de bu sevimli mangayı sevgili günlüğün bloğunda da görünce tamam dedim okumak farz oldu;)

Kısaca konusundan bahsedeyim; Sevimli ama bir o kadarda saf kızımız Ninako hayatında daha önce hiç aşık olmamıştır, doğal olarak aşkın ne anlama geldiğini bilmemektedir. En yakın arkadaşı Daiki'ye duyduğu sevginin aşk olduğu zannettiği anda okulun havalı çocuğu Ren'le karşılaşır ve gerçek aşkın ne olduğunu o zaman anlar. Bütün cesaretini toplayıp Ren'e ilan-ı aşk eder ama ortada büyük bir sorun vardır. Ren'in zaten bir kız arkadaşı vardır bu yüzden Ninako eli mahkum geri çekilmek zorunda kalır. Eee sonrası? Bu aşk hikayesi burda mı bitecek? Tabiki hayır, Ninako aşkından hem vazgeçer hemde geçmez bu çelişki arasında bocalayıp dururken Ren'in en yakın arkadaşı Andou da Ninako'ya çoktan aşık olmuştur bile...
 
İşte böyle klasik bir aşk konusu var ama dediğim gibi beni bu mangayı okumaya iten etken çizimleriydi. Fakat okudukça o kadar hoşuma gitti ki hatta en çok güldüğüm ve eğlendiğim manga bu diyebilirim;) Eğer romantik komedi tarzında bir şeyler arıyorsanız gayet isabettili bir seçim olur efenim, tavsiyemdir;) Özellikle de karakterler o kadar şeker ki; Ninako'nun saf ama vazgeçmeyen halleri, Ren'in hiçbirşeyi umursamaz görünen ama sevgisini de belli etmekten geri kalmayan hareketleri ve tabiki Andou'nun beni benden alan şebeklikleri. Hepsi birbirinden güzeldi^^ Yeni okuduğum için mi bilmiyorum ama ben baya baya sevmişim bu seriyi ya O_o

Uzun uzadıya anlatmayı, karakterleri tek tek ele almayı inanın çok istiyorum ama şu anda önümde dağ gibi yığılmış kitapları gördükçe sinirlerim bozuluyor:D Neyse işte canlar bundan sonra mangaları da tanıtmaya karar verdiğim için bu manganın da bloğumda olmasını istedim. Bu aralar canım çok sıkkın birazcık yüzüm gülsün diyorsanız okuyun derim;)



Strobe Edge mangasını buradan (resimlerin üzerine tıklayarak ilerleyin canlar;)) Türkçe olarak okuyabilirsiniz. Şimdilik bana müsade gerçek hayata dönüş yapıp birazcıkta kitap okuyayım;)

Başka bir manga serisinde görüşmek üzere,
Hepinize iyi okumalar 
^^

20.10.2011

Bugün sen uyan diye 26 asker uyudu!


Bu yazıyı yazmak kesinlikle istemiyordum hala istemiyorum! Çünkü bu konuda o kadar doluyum ki sayfalarca yazı yazsam da kendime gelemem.

Sabah daha kargalar bile kahvaltı yapmamışken okulun yolunu tuttum her zaman ki gibi. Her şey olağan seyrinde yani benim derste uyuklamamla devam etti ama ikinci derse girdiğimiz de duyduğumuz haberle şok olduk. Bu kadar da olmaz (olmasın) artık dediğimiz bir rakam var ortada 26 şehit! Ne demektir bu ya...

Pek göstermesem de hatta hiç göstermesem de aslında siyaset öğrencisiyim ve derslerimizin neredeyse tamamı Türkiye'nin iç ve dış sorunları olduğu için bütün gün bu haber üzerinde tartıştık durduk. Evet malesef şehit sayısı inanılmaz derecede yüksek 26! Yalnış hatırlamıyorsam en son 1993 yılında 33 askerimizi şehit vermiştik ve yine aynı sahneler tekrar tekrar çekilmeye devam ediyor.  Aslında benim bahsetmek istediğim bunlar değil; bugün farkettim ki şehit haberlerine o kadar duyarsızlaşmışız(duyarsızlaştırmışlar) üzülmek şurda dursun doğru düzgün bir tepki bile veremez olmuşuz. Gencecik insanların vatan dedikleri namuslarını korumak için canlarından geçmeleri artık kimse için bir anlam ifade etmiyor(!) Şehit haberini televizyonda duyduğumuz da kafamızı çevirip haberi izlememiz en fazla on beş saniye sürüyor (medyamız sağolsun!), on altıncı dakika da kafandaki hafif bulutlanma dağılıp yarım bıraktığın işine devam ediyorsun... İnanın siyaset öğrencileri içinde durum bundan farklı değil hatta utanarak söylüyorum daha beter. Biz bütün bir ders boyunca o yirmi altı genç insanın can vermesini bir kenara bırakıp ''Bu saldırının arkasında ki neden nedir? Bundan sonra ne yapılmalıdır?'' gibi sorulara yöneliyoruz (yönlendiriliyoruz). Derslerde bu konuları tartışıyoruz demiştim ya aslında yalan söylemiş oldum hiçbir şeyi adam akıllı tartışamıyoruz. Üniversite de ders verme yetisine sahip olan(!) bütün hocalardan konumuna ve karakterlerine yakışır bir şekilde dersi yönetmelerini beklerdim. Ama malesef iş siyasete gelince (öğrenci-öğretmen olman farketmiyor) herkes frene basıyor. Tam şöyle beyin fırtınası yapabileceğimiz güzel bir tartışma konusu açılmışken ufakta olsa keskin bir noktaya değinirsek ortam yüz seksen derece değiştiriliyor. Baktı hocalar bu şekilde de başa çıkamıyor anında söz hakkımızı kesiyor yani kendi çalıp kendi oynuyor. İstediği konuya istediği açıdan istediği şekilde anlatıyor da anlatıyor. Eeee nerde kaldı bu eşitlik, demokrasi zımbırtıları?

Şu sıralar her şey sinirlerimi bozuyor; Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın her şehit haberinden sonra ''Bunların hesabını sorucaz siz hiç merak etmeyin!'' söylemleri (ki artık hiç kimse yemiyor bunları, bıçak kemiğe dayantı huuu) Dünya kamuoyunun Türkiye'nin sabrını sonuna kadar sınaması (ki ben son noktaya geldim). İnsanların sadece şehit haberleri çıktığında maksimum bir haftalığına (çok bile dedim) kısık olan seslerini birazcık yükseltmeleri hemen ardından eski düzene inanılmaz bir hızla geri dönmeleri. Doğru politikaların yanlış ellere emanet edilmeleri ve bu yalnış kişilerin yalnış mevkilere getirilmeleri. Partiler! Avrupa devletleri ekonomik deprem yüzünden sallanıyorken Türkiye'nin bu avantajı en iyi şekilde kullanamaması... vs vs...

Söyleyecek daha bir yığın cümlem var  ama hepsi boğazımda düğümlenip kalıyor. O kadar hassas bir konu ki kelimeleri cımbızla seçmeye çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki bu ülkede yediği kaba tüküren de var, ailesiyle huzurlu bir yaşam sürmek isterken kendini anlam veremediği bir savaşın tam ortasında çocukları için kendini siper edenler de var. Bunu neden mi söylüyorum; bugün şehit haberlerinden sonra okulda öyle bir soğuk hava esti ki iliklerime kadar üşüdüm. Farklı kimlikden (!) olan arkadaşlara karşı takınılan tavır ve başıklardan gerçekten tiksindim. Evet bir Türk evladı olarak benimde içim cız etti ama çözüm önerilerimiz çok çok farklıymış bunu anladım. Ben Kuzey Irak'a ne kadar bomba atılırsa atılsın bu terör belasının biteceğine inanmıyorum. Benim inancım dışardakileri değil öncelikle içerdekileri temizlememiz gerektiğidir. İnsanları farklı (ki bu farklılığı bulan bana da söylesin) olduğu için dışlamak yerine onları kazanmak gerekir bence. Bugün yüz çevirdiğin bir insanın evine şehit acısı düşüp düşmediğini yada herşeyi göre alıp baskıdan kaçarak devlet babaya sığınıp çaresiz kalıdığını da bilemezsin. Demek istediğim durum ne olursa olsun insanlara bir şans vermeden neyi nasıl olduğunu anlayamazsınız. Ha bu şansı elleriyle geri itenler yok mu? Tabiki var ama onlar için boşa harcanacak tek bir nefesim bile yok!

Çok uzattığımın farkındayım ama siyaset işte böyle kafa karıştırıcı ve sinir bozucu bir şey. İpin ucunu nereye çekseniz oraya gidiyor. Konudan konuya atlamış oldum ama affedin beni bu seferlik, politika deyince kendimi kaybediyorum... Şimdilik burda kesiyorum söylemek istediklerimi ama söyleyemediklerimi bir kaç saat sonra derste söylemek üzere saklıyorum. Türkiye'nin dört bir yanına düşen ateşin çözüme kavuşturulup bir son bulması en büyük dileğim. Şehitlerimize Allah'tan rahmet ailelerine baş saylığı diliyorum (affedin elimden şimdilik başka birşey gelmiyor...)

Bugün sen uyan diye, 26 asker uyudu...
Terörü lanetliyoruz demekten bıkmadınız mı? Ben bıktım...
''Son günlerde nasılsın?'' demekten bir farkı kalmadı bu sözcüğün ve verilen o kadar şehide rağmen
VATAN SAĞOLMADI...!

Ey benim güzel ülkemin 
güzel insanları 
hepinize 
GÜNAYDIN!

16.10.2011

JYJ - In Heaven Albümü



Birşeyleri unuttuğumun uzun zamandır farkındaydım, evet sonunda buldum JYJ albümü;) Grup hakkında yazı yazdıktan sonra şarkılarını taslaklara kaydetmişim ama blogda yayınlamayı unutmuşum. Neyse geç olsun güç olmasın dimi:) 
Çiçeği burnunda grubumuzdan daha önce burdaki yazımda bahsetmiştim o yüzden aynı konulara hiç girmicem. Ben direk albümde yer alan şarkıları paylaşmak istiyorum, olurda hala dinlemeyen kalmıştır diye;) Bilindiği üzere In Heaven  JYJ grubunun çıkardığı ilk korece albüm. Bu albüm milyonlarca (çok ciddiyim) kişi tarafından büyük bir merakla bekleniyordu ve daha piyasaya çıkmadan satış rekorları kırdı. Tabi bunda grubun üç harika sesinin yanında şarkının sözleri, melodisi, stili  vs vs her bir ayrıntı büyük bir merakla bekleniyordu. Tabi aşırı derecede merak konusu olan noktalarda vardı. Birincisi JYJ'nin eski gruplarından izler taşıyıp taşımayacağı ve başkaldırışın en güçlü hamlesi olan In Heaven albümünün rağbet görüp görmeyeceğiydi. Daha albüm çıkmadan bunlar gibi o kadar çok şey yazıldı çizildi ki! Sözde grubun reklamını yapmamaya çalışıyorlardı ama farkında olmadan en iyi reklamı yaptılar aslında, ki albüm en çok satanlar listesine girdi bile. Boşuna demiyorlar reklamın iyisi kötüsü olmaz diye;)

Çoğu yerde DBSK ve JYJ albümlerinin birbiriyle karşılaştırıldığını gördüm. Ve bir anlam veremedim açıkçası:)) Yani DBSK tarzıyla, sesiyle, soluğuyla ayrı bir gruptu JYJ ise her ne kadar temel aynı olsada karşımıza apayrı bir renk olarak çıktı. Zati müzik piyasasında deprem etkisi yaratmasının sebebi de bu oldu. Her neyse bu konuya giripte uzatacak değilim sadece ilgimi çektiği için değineyim dedim. Kısaca ben DBSK'yi önceden de dinlerdim şimdide de dinliyorum, benim için ayrı bir müzik ziyafetiydi yeniler ise bambaşka bir keyif;)

Şimdi gelelim asıl konuya yani In Heaven albümüne. Çıkış parçası olarak albümün adını da taşıyan In Heaven seçilmiş, güzel de olmuş hani;) Şimdiye kadar iki şarkıya klip çekildi In Heaven ve Get Out parçalarına. Ki benimde ilk dikkatimi çeken şarkılardır ikisi dinlemenizi şiddetle öneririm;) Yeni klipler yakında gelecektir, tabi grubun başı daha fazla belaya girmezse. Yavrularım ya (anaçlığım tuttu yine) tam bir beladan kurtulduk diyorlar başka bir belaya bulaşıyorlar. En son gözüme çarpan olan albümdeki Pierrot isimli şarkının sözlerinden dolayı birileri rahatsız olmuş. Daha doğrusu şarkıda minik bir kısaltma yapılmış üstüne almaması gerekenler balıklama atlamış geriside sallamış olay bundan ibaret:D (olayın aslını burdan öğrenebilirsiniz)

Her neyse bu kadar çene yeter artık işte karşınızda JYJ farkıyla In Heaven ...  (Albümü indirmek isteyenler burdan indirebilir)

 **************
In Heaven
 
 ***
Get out


***
낙엽 (Fallen Leaves)
***
소년의 편지 (The Boy’s Letter)
***
MISSION
 ***
I.D.S (I Deal Scenario)
***
Pierrot
***
You’re
***
NINE

 ******************

Gece gece gözlerim ağrıdı yine o yüzden şimdilik burda bırakalım dimi;) Başka bir yazıda görüşünceyedek, kendinize iyi bakın mutlu olun ve mutlu edin^_^ 

Bassa!!!

9.10.2011

Love So Divine - Aşkım İçin

 Deo Gratias
 Deo Gratias
 Deo Gratias!


Çok uzun zaman önce izlediğim sempatik bir Güney Kore filminden bahsedicem size; Love So Divine (신부수업) türkçe adıyla Aşkım İçin yada Kutsal Aşk...

Love So Divine 2004 yılında çekilmiş, 110 dakikalık, romantik komedi tarzında bir film.  Konu itibariyle klasik kore filmlerinden biraz farklı ama gidişat olarak aynı diyebileceğimiz izlenesi, şeker bi yapım. Bu filmi izlememdeki neden tabiki oyuncuları; oynadığı her yapımı gözüm kapalı izlediğim Kwon Sang Woo ve kendisini pek sevemesem de oyunculuğuna (özellikle Secret Garden dan sonra) laf edemediğim Ha Ji Won. Bu ikili bir aaya gelir de bende izlemez miyim hiç;)

Filmin konusuna gelirsek; Kim Gyu-shik (Kwon Sang Woo ) kendini Tanrı'ya adamış bir rahip adayıdır. Yapılan son ayin sırasında arkadaşının sakarlığı yüzünden kutsal tütsüyü düşürürler ve ceza olarak Peder Nam'ın yanına yardım etmeleri için gönderilirler. Gerçek bir peder olabilmeleri ve kutsanabilmeleri için bu bir aylık cezanın bitmesi gerekmektedir. Peder Nam'ın yeğeni olan Yang Bong-hi (Ha Ji Won) erkek arkadaşını görmek için amerikadan ansızın gelir. Ancak erkek arkadaşı Bong-hi den ayrılmak istediğini söyleyince herşey altüst olur. Bong-hi bunun üzerine amerikaya geri dönmeye karar verir fakat beş parasız ortada kalmıştır. En azından bilet parasını biriktirene kadar kilise de amcasına yardım etmeye başlar... İşte bütün hikaye de bundan sonra başlar, Bong-hi'nin kilise de olmasına rağmen bir türlü kontrol altına alınamayan uçarı kaçarı haraketleri ve Gyu-shik'in rahip olma hayalleri aynı nokta da çakışır! Tek gerçek olan İlahi aşktır, o halde bu kararsızlık da neyin nesi?  

Konu itibariyle kısaca böyle, ilk izlediğim de çok farklı gelmişti bana ama daha sonra benzer konuları ele alan filmler izledim yinede bu filmin yeri ayrı bende;) Biliyorsunuz ki Hıristiyanlık da din adamı olmak o kadar kolay değildir. Eğer rahip olacaksan dünyevi herşeyi arkada bırakman gerekir. Aşık olmak ve evlenmek kesinlikle yasaktır, eğer kalbine Tanrı dan başkasının aşkı girerse rahipliği bırakman gerekir. İşte bu film de bu ikilemi anlatan, iki arada bir derede kalmanın sancılarını yaşayan bir adamın hikayesi;) 

~~~~

Gözüme takılanlar: (Filmi izlemediysen burayı atla bence)

***Filmin başından sonuna kadar bağırıp duran Ha Ji Won'un azının üstüne bi tane çakasım geldi. Kızım bi susta çocuk konuşsun yahu, zati adamın ağzından kerpetenle laf alıyoz! 

***Özellikle filmin başların da rahip adaylarına giydirilen uzun elbiselerine bayıldım. Çünkü en çok o sahnelerde güldüm, elbisenin eteklerini tutup sünnet çocukları koşturup durdular ortalıkta:D

***Esas çocuğun matrak rahip adayı arkadaşına bayıldım:) Hani uzmanlık alanı rus kızları doğru yola yönlendirmek olan arkadaştan bahsediyorum:D 

***''Hani bunu papa kutsamıştı! Nasıl oldu da kırıldı?'' dimi ama kırılmamasını gerekmez miydi?

***''Erkeklerin hepsi domuzdur, baban ve rahipler hariç'' ahhahahha 

***''Bir daha çanı erken çalarsanız bende budist olurum ona göre, köylülerin uykusunu alması gerekir'' bende çanı erken çaldığı için teşekkür falan edicek sonuyordum, koptum bu sahne de. Sen çok yaşa amca emi:D


***Bizim ikili zaruri nedenlerden dolayı otel odasında kalıyorlar. Sevgili rahp adayımızında ilk yaptğı şey odadnın duvarında asılı duran çıplak kadın resimlerinin üzerine kalemle kıyafet çizmek! Hoş bir ayrıntıydı sevdim...

 ***Kolyenin içine sevdiğin insanın resmini koymak artık klasiktir. Ama sevdiğin insanın sende resmi yoksa? İyi akıl edilmiş bir detaydı;)

~~~~

Ve daha bir çok hoş ayrıntı...Film 2004 yapımı, haliyle sizi çok fazla tatmin etmeye bilir. Yani aman aman bişi beklemeyin. Fakat Kwon Sang Woo'yu böyle bir rolde izlemek eğlenceliydi. Bu adamı genelde ultra aşık, karizmatik, korkusuz, devamlı ağlamaklı bir modda gezen rollerde oynatırlar ama bu filmde ağlama kısmı hariç tam zıddı acemi, saf, ürkek kısacası farklı bir Kwon Sang Woo izlemek güzeldi.Vakti zamanında pek bi sevmiştim bu filmi ve hala da seviyorum sempatik, sade bir kurgusu var. Eğer hala izlemediyseniz ve vaktiniz varsa kesin izleyin derim;)) Şimdilik benden bu kadar başka bir yazıda görüşmek üzere^^

Deo Gratias         
   Deo Gratias       
       Deo Gratias

The Musical - İçinde müzik olan herşey kabulüm

Ne kadar yeteneksiz olduğun önemli değil 
sen yeter ki inatçılığı elden bırakma!


Kötüyüm ben kötüyüm kötüyüm, herkesi gıcık ederim ederim ahahah:D

Evet farkındayım yine çiçeği burnunda, yeni başlayan ve hala devam etmekte olan bir dizi ve ben! Nedir bendeki bu acelecilik anlamadım gitti aigooo...Özellikle bölümleri birikmeyen yeni dizilerden uzak durmaya çalışırım (zira yeni bölümleri belemekten bir gün sinir hastası olcam diye korkuyorum) ama çoğu zaman merakım ağır basıyor. Hem de kendileri hakkında yazı yazmayı düşündüğü iki oyuncuyu da burda görünce ''tamam'' dedim izlemek şart oldu.

Dizimizin ismi The Musical ( 더 뮤지컬)! Adından da anlaşılacağı üzere bol şarkılı türkülü bir dizi bizi bekliyor. Zati diziye başlamamın asıl sebebi de budur. 16 bölüm olarak tasarlanmiş romantik komedi ve melodram tarzında bir dizi. Çoğu yerde The Musical'in yayın tarihi 2010 diye geçiyor ama dizi Eylül 2011 de başladı. Yani çekilmesi uzunnn zaman önce planlanmış ama askıya alına alına günümüze kadar getirmişler, neyse canım geç olsun da güç olmasın dimi;)


Konusunu kısaca bir açıklayalım; Go Eun Bi (Goo Hye Sun) müzikalde oynamak isteyen bir tıp öğrencisidir. Bu uğurda da yapamayacağı şey yok, seksen kere elemelere girip hiçbirinden geçemese de sorun değil henüz seksen birinciyi denemedi dimi;)) Hayalini gerçekleştirmeye çalışırken kendini farklı bir dünyanın, farklı bir çevrenin ve aşk üçgeninin (bak buraya yazıyorum beşgen olcak bu mevzu:D) içinde bulur.

 Dizinin konusu kaba taslak böyle;) Şimdi oyunculara geçmeden önce hemen iki mevzuya açıklık getirmek istiyorum;
 1- Bu diziyi izlememdeki amaç Goo Hye Sun'u neden bir türlü sevemediğimi anlamaya çalışmak. Kıza zaten BOF dan kalma bir gıcıklığım var orası ayrı konu ama benim sorunum kızın oyunculuğundan ziyade kendileriyle. Gülüşünü sevmiyorum, insanüstü bir çaba harcayarak burun çekişlerini sevmiyorum ulan sevmiyorum da sevmiyorum işte:D Ve sevmediğim bir çok özelliğine bu dizide de devam ediyor ona rağmen diziyi izlemeye devam ediyorum nedenini açıklıcam efenim.(az sonra ahahha)
2- Şu ana kadar dizinin sadece üç bölümünü izledim yani anlattıklarım ve anlatacaklarım bu üç bölüm itibariyle geçerlidir;)
 
Bu konuda da anlaştığımıza göre devam...

Oyuncular:
 ******
 Go Eun Bi (Goo Hye Sun)

  Go Eun Bi müzikalde oynamak için yanıp tutuşan bir kızcağızdır, bunun için bir çok müzikal elemelerine katılır ama kabul edilmez. Çünkü müzikalde yer alabilmesi için istenilen perdeden şarkı okuması gerekir ama kızımızın bu konuda çok eksiklikleri vardır. Ama inatçı Go Eun Bi doktorluğu ve ailesini bir kenara koyup herşeye sil baştan başlar bakalım nereye kadar ilerleyecek;)

Başta da söylemiştim bu kızı pek sevimiyorum arkadaş! Ama bu diziyi izleyememe mani olmadı, başlarda ''bu kız beni daha başlamadan soğutacak diziden'' demiştim ama koktuğum gibi olmadı. Dizi mi güzel, içinde müzik var diye mi, Goo Hye Sun'un mimikleri pek gözüme batmıyor mu, yoksa neden şu aşağıdaki şahsiyet mi bilemiyorum:D Hele şu son günlerin kısa saç modası mevzusuna hiç girmiyorum yoksa çıkamayız çok dertliyim bu konuda;)

***
 Hong Jae Yi (Choi Daniel)

Kendileri çok ünlü bir bestecidir. Sevmediği yada işine gelmeyen insanlara karşı gayet soğuktur. İstemediği bir şeyi kimse yaptıramaz Hog Jae Yi'ye... Vati zamanın da Yoo Jin'e abayı yakmış ve hala da birşeyler hissediyordur ama kızımız bizimkini bırakıp başka bir adamla evlenmiştir. Uzun yıllar yurt dışında yaşadıktan sonra nihayet ülkesine dönmüştür ama daha geldiği dakka kendini bir müzikalin ve aşkın içinde bulur;)

Ulan sen ne tatlı bi şeysin Daniel! Resmen gülünce gözleri yok oluyor, hele de o yuvarlak gözlüğünü yesinler senin pek bi sevimli kerata canım^^ Seni bu zamana kadar nasıl keşfedemedim ben ona şaşıyorum... Biraz önce baktım da bu yavrucak Baby Faced Beauty adlı dizide de oynamış hemen o diziyi de göz hapsine alayım amaç Daniel yoksa diziden bir beklentim yok:D


***
Yoo Jin (Park Ki Woong)  

Müzikalin aranan ismi, şarkıların sultanı, Allah vergisi bir sese sahip ama cadı işte naparsın;) 

Yine klasik kore dizilerine dönüş yapıyoruz galiba, hep olmazsa olmazımız kötü kadın rollerimiz vardı ahan da onlardan biri daha. Ama bu kadın öyle böyle bişi değil ya, dizinin hepi topu üç bölümünü izledim ve aklımda kalan sahnelerden ilki bu kadının! Dizi de Hong Jae Yi'ye söylediği bir replik var. Bizim güzide ülkemizdeki bir kadın söylese bu repliği anında topuğuna bir tane sıkılır o derece yani:D Ama çatlayın söylemem ne olduğunu izleyip görün, bakalım kimin dikkatini çekicek (yada çekti)^^

***
 Bae Gang Hee (Ock Joo Hyun)

Gücü ve parayı elinde bulunduran, son derece zeki bir müzik yapımcısı.

Ben bu adama kısaca kepçe kulak diyorum. Saçlarını kısacık kestirmiş kulakları hepten meydana çıkmış ben napayım dikkatimi çekiyor devamlı:D Efenim bu adam kendince nedenlerden dolayı insanlara karşı soğuğunda soğuğu resmen buz! Ama ileriki bölümler de en büyük değişiklik bu adam üzerinden yapılacak gibi bakalım nasıl bir ruh-i hal alacak;))

 *******

Dizi hakkında daha fazla bişi yazmak istemiyorum dediğim gibi henüz çok az bir bölüm izledim bunlar sadece ilk izlenimler, belki ilerleyen bölümler de sevmem diziyi bilemiyorum... Yine de bu diziyi Goo Hye Sun'a rağmen sevdim ve izlemeye de devam edicem gibi;) Biraz Heartstrings havası var gibi dizi de ama onun kadar çocuksu (yani görüntü açısından renli, mimik ve davranışları  abartılı değil) gelmedi bana aksine kendine has bir ağırlığı var bu dizinin. Belki oyuncularında da kaynaklanıyor olabilir. Ben şimdilik sevdim bu diziyi umarım ilerleyen bölümler de bu şekilde gider ve beni hayal kırıklığına uğratmaz;)

 Not: Eğer diziyi bu kadar çene çalmama rağmen hala izlemediyseniz izlememeye devam edin ahahah. Dizinin henüz 4. bölümü yayınlandı, siz bana bakmayın ve biraz daha sabredin en azından bi 10 bölüm yayınlansın;)  

 Daha en başta söylemiştim kötüyüm diye dimi! 
Bakın o kadar da not yazdım çizdim başlamayın diziye diye 
ama bu sahneyi eklemezsem olmazdı:D
Şu Daniel ne şeker adam ya:)

Başka bir yazıda görüşünceyedek
hoşçakalınnnn ve hepinize
iyi seyirler^^

Güncelleme:
Herşey iyi hoş ama belli bir noktadan sonra diziyi başa sarmaya başladılar:( Halbuki o oyuncu kadrosuyla manyak bir atraksıyon yapılabilirdi:))

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...