19.06.2016

Ramazan Hoşgörü Ayı Demekti?


Dün İstanbul da yaşanan olayı aynen yazıyorum ''İstanbul da  plakçıdakilere alkol yüzünden saldırı düzenlendi. Saldırganlar Koreli Seogu Lee'yi darp etti, içeride olan müşterilerin arasındaki Koreliler'e de saldırdı. Dükkan sahibi Seogu Lee'ye dükkanını terk etmesini istedi.'' 

Şimdi kardeş işin özü burada ne Ramazan ayında ne de Koreli olmasında; işin özü insanlıkta! Gerçek iman eden bilir ki ibadetin makbulü gizli yapılandır. Kula kulluk etmeden sırf Allah rızası için ibadet edilir. Bu mübarek ayda oruç tutanda tutmayan da, sokak ortasında buz gibi suyu herkesin önünde içende, sırf haya ettiği için oruçlu olmadığı halde gün boyu bir şey yemeyen de... Herkesin sınavı kendine!!! Kur'an da bile “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn Suresi 6. Ayet) diye geçer. Sen kimsin de başkasının inancını yargılayabiliryorsun. Batıl ile Hakka sen mi karar veriyorsun, haşa Yaradan mısın?

Eğer konu hoşgörü ise senin yaptığın ne peki? Evet kimse kimseye karışamaz ama herkes herkese saygı göstermek zorunda. Ülkemizde Ramazan ayı diye bir gerçek var, bu kavurucu sıcakta oruç tutan insanların karşısına geçip yeyip içmek insanlık nezdinde yanlıştır. Aynı şekilde sırf oruçlu diye yeme-içme kısıtlamasını karşıdan aynen beklemekte yanlıştır. Zira onun sınavı ona senin sınavın sana.

Bu aciz mahluklardan her yerde var. Nefislerine öyle yenik düşüyorlar ki sağa-sola saldırıyorlar. Bazıları bunu bilinçli yapıyor, sırf insanları galeyana getirmek için ''Din elden gidiyor'' ya da ''Laiklik elden gidiyor'' tarzı söylemleri yalan yanlış her yerde söylüyorlar. Tabi bir de bunlara inanıp  ortalığı yakıp yıkanlar var. Bilmez misiniz ki kul hakkı diye bir şey var. Yaradılış olarak herkes Yaradanın kulu olduğu için, kul hakkı sadece Müslüman olana karşı gözetilmez!

Her sene aynı seviyesiz olaylardan yaşanıyor maalesef. Başörtüsünden rahatsız olduğu için kızın başından başörtüsünü çekip çıkarmaya çalışan, oruç tutmayıp sigara içtiği için yolun ortasında darp edenler, sabah ezanından rahatsız olup yasaklanmasını isteyen, on bir ay her haltı yeyip onun bunun namusuna göz dikip bir ay ibadet edenler... Hepiniz aynı teranesiniz! Nedense sizleri gördüğümde şu söz aklıma geliyor:

 ''İnsanda yok ise 'Edep' neylesin medrese, mektep! Okusa Alim olsa yine merkep, yine merkep..!''

10.06.2016

Tevazu (Mim)


Yazılarını severek okuduğum sevgili Nabrut yeni bir mim başlatmış. Mimin konusu; Küçükken etkilendiğimiz hikayeyi, hikaye yoksa bile ilkokulda okuduğumuz ilk masal kitabının bize ne hissettirdiğini yazmamızı istemiş.


Gönül isterdi ki sizlere çocukluğumuzda, sobanın başında büyüklerimizin dizlerinin dibinde duyduğum hikayeleri anlatayım. Ama bizim ailede oturup hikaye anlatmak diye bir kavram yoktu. Çünkü eskiden köy yaşamı çetindi, gündüzleri harıl harıl çalışılır akşamda kimsenin konuşmaya takati kalmazdı. Sadece babaannem bazı akşamlar elektrikler gittiğinde bizi başına toplar kısa hikayeler anlatırdı. Hikaye dediğime bakmayın, eskiden köyde yaşamış insanların komik maceralarıydı. Misal birini aktarayım hemen:

Eskiden her köyün imamı ezan saati geldiğinde ezanı kendi okurdu. Sonradan köyleri merkezi sisteme geçirdiler, yani ilçede ezan okunduğundan aynı anda bütün köylerde de duyuluyordu. Önemli bir duyuru yapılacağı zaman ilçeden anons geçerler herkesin haberi olurdu. 

Velhasıl köyümüzün güzide insanlarında biri ilçeye inince, artık merkezi sistemi unuttu mu bilerek mi yaptı orası bize karanlık, köyümüzün yaşlılarından kendi gibi şakacı bir amcamız adına sela okutuyor! Sela bitince amcamızın adı, soyadı, köyü hepsi söylenip Allah rahmet eylesin deyip bitiriyorlar. Sıkıntı şuradaki bu sela ilçede ve bütün köylerde aynı anda duyuluyor, ee duyan herkes uzakta olan başka bir yakınını arayınca bir anda Türkiye'nin yarısı(Sivas'ın göç oranına bakılırsa abartmam normal) ve akabinde gurbettekiler bile amcanın öldüğünü duyuyor. 

Haberi alan taziye ziyaretine geliyor, gelenleri de kapıda ilk karşılayan öldü sanılan amcanın ta kendisi:) Ağlaya sızlaya taziyeye gidenler amcayı sapasağlam karşılarında görünce ne bilsinler ki içeri gireler ne bilsinler ki orada dikileler. Amca hepsini içeri davet ediyor çay ikram edip uzaklardan gelenlere ikramlarda bulunuyor, olanları anlatıp ''Köftehor adıma sela okutmuş, adımı duyunca ben bile şaşırdım'' demiş. Yanındakiler ''Peki amca kızmadın mı bu işe?'' diye sormuşlar. Amca '' Daha ölmeden dünya gözüyle kim karagün dostu kim değil görmüş oldum'' diye tebessüm etmiş...


Bu tarz hikayelerden daha çok var ama pek fazla aklımda kalmadığına göre bana çok bir etkisi olmamış anlaşılan. Benim asıl hikaye kültürüm okumayı söktüğümde başladı. Gazete kuponlarıyla alınan ince hikaye kitaplarından babam Ankara'dan bir iki tane getirmişti. Çoğunluğu Mevlana ve Nasrettin Hoca hikayeleri olan bu kısa kesitlerden aklımda kalanı yazayım:

Adamın biri dalavereyle bir inek satın alır. Zaman geçtikçe yaptığından pişman olur, ineği satın aldığı adamı arar ama bulamaz. Vicdan azabı uykularını kaçırmaya başlayınca dayanamaz ineği dergaha bağışlamaya karar verir. En azından dergahta aş yapılır ihtiyacı olanlara dağıtılır diye düşünür.

Yakınında bulunan Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergahına gider ve durumu anlatır. Lakin Hacı Bektaş-ı Veli kurbanı kabul etmez adamı geri çevirir. Adam bu sefer de Mevlana'nın dergahına gider, durumunu aynı şekilde anlatır. Mevlana kurbanı kabul eder. 

Adam merak eder ve sorar:
-Aynı şeyleri Hacı Bektaş-ı Veli'ye de anlattım ama o bağışımı kabul etmedi, siz neden ettiniz?

Mevlana: 
-Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz. Bu yüzden senin kurbanını biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam merakından duramaz kalkar Hacı Bektaş-ı Veli'nin yanına gider, kendilerinin geri çevirdiği kurbanı Mevlana'nın kabul ettiğini söyler ve bunun nedenini sorar. 

Hacı Bektaş-ı Veli:
-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü  kirlenmez, bundan dolayı o senin kurbanını kabul etmiştir.

Ne büyük alçak gönüllülük! Kendinde tevazulu davranıp başkasını yüceltip övmek ne büyük bir erdemdir. Elbetteki benim gönlüm onların binde biri olamaz hatta beşeriliğin verdiği açgözlülüğü sonuna kadar kullanıyorum. Ama en azından nefsime yenik düştüğüm anlarda bu hikaye aklıma gelir ve kendimi bir adım geri çekerim ''Bırak seni başkaları övsün, bırak iyiliklerin saklı kalsın kimseler görmese de olur görmesi gereken gördü'' diye geçiririm aklımdan.


Not: Görselde buğday resmi kullandım zira Anadolu da tevazunun en güzel resmidir buğday başakları. Çiftçiler buğday başakları sararmaya başladı mı tarlaları dolaşırlar tek tek, hasatın verimli olup olmayacağına bakarlar. Eğer başakların başları dik ise üzülürler, başları eğilmişse sevinirler. Bilirler ki başakların başları ne kadar eğik ise o kadar içleri doludur. Bu yüzdendir ki Anadolu da eskiden yeni ev yaptıranlara bir tutam başı eğik başak bağlanıp hediye edilirmiş. Bu iki anlama gelirmiş; birincisi ''Nefsine yenilip kibirlenme, bu başaklar gibi tevazu göster''  ikincisi '' Bu başaklar gibi için dolu, evin bereketli olsun'' imiş. Eski bir uygulama ama küçükken çok görürdüm evlerde kurumuş buğday başaklarını, pek hoşuma giderdi.

Benden bu kadar, şimdide sizin aklınızda kalan ve küçükken sizi derinden etkileyen hikayeyi yazarsanız severek okuruz canlar.  Sizin hikayelerinizi merakla bekliyor olacağım pek sevgili blog yazarları:


2.06.2016

High End Crush - The Greatest One


Mini diziler sürelerinin kısa olması nedeniyle olaylar hızlı ilerler ve saçmalamaya başlarlar. Bu genellemenin istisnalarından biri de  High End Crush dizisi.

Konusu: Choi Se Hoon (Jeong Il Woo) bir eğlence şirketinin patronudur. Piyasaya çıkardığı herkes ünlü olmuştur. İşinde ne kadar başarılıysa karakter olarak o kadar berbattır. Bencil patronumuz hayatta istediği her şeyi elde etmiştir taki dağ evinde yaşayan Yoo Yi Ryeong (Jin Se Yeon)'a rastlayana kadar...

Dizimiz 20 bölümden oluşan mini dizi, her bölümde yaklaşık on beş dakika sürdüğü için çerez niyetine izlenecek cinsten. Kısa olmasına rağmen mini diziler içinde gayet başarılı, en azından belli bir konu etrafında saçmalamadan başlayıp bitirilmiş.

Bu dizi üç karakter için izlenir; baş karakterimiz Jeong Il Woo şukelası, bu dünyaya sekreter rolü oynamak için gelmiş Lee Shi Un şapşiği, çatlak bir o kadar da sevimli psikoloğumuz Jung Sang Hoon. Bu üçlü diziyi almış götürmüş gerisini salla. Misal baş roldeki kızımız Gaksital dizisinden beri zerre değişmemiş. O dizide tek zayıf halkaydı, o zamandan beri hep aynı donuk ve sert karakterleri oynamaya devam etti. Bilemiyorum sevmiyorum bu kızın oyunculuğunu.

Velhasıl kelam Il Woo şukelasının güzelim takım elbisenin altına giydiği kısa pantolonları saymazsak pek sevimli, izlenesi bir dizi. Hele de jenerikte çalan Catch Me Boy (spoili video) şarkısına bayıldım!


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...